20 Ocak 2008 Pazar

Tambur

Tambur'un kökeni, hangi tarihte ortaya çıktığı bilinmemektedir. Sümerce "pantur"dan geldiği hakkında bilgiler mevcuttur. Araplar, kelimenin "kuzunun kuyruğu" anlamına gelen "dumba-i bara"dan geldiğini söylerler. Sözcük, sonraları İran'da ve Orta Asya'da, daha çok bağlamaya benzeyen armudi gövdeli, uzun saplı çalgıların adı olarak kullanılmıştır. Özellikle Avrupalı gezginlerin (örn. Charles Fonton ve Toderini), sapındaki perde bağları dolayısıyla Türk Müziğinin ses sistemini gözle görülür biçimde yansıttığını yazdıkları tambur, günümüzde yalnızca Türkiye'de kullanılan belki de tek çalgıdır. Sazı icra edenlere "tamburi" ismi verilir. Farabi, "horasan tamburu"ndan bahsetmektedir. Evliya Çelebi XVII. yüzyılda İstanbul'da 500 tamburi bulunduğunu ifade ediyor. Tarihte tambura; Farabi'de Horasan Tamburu, Maragali Abdulkadir'de Tambur-u Sirvaniyan ile Tambura-i Turki adlarındaki çesitleri ile değinilmiştir.

Zamanımızda kullanılan tambur ise ilk kez Kantemiroğlu'nda görülmüştür. Dimitri Kantemir tarafından tambur, Türk Müziği ses sistemini ifade maksadıyla kullanılmıştır. Uzun yıllar Türk Musikisinde rağbet edilen bir saz olan tamburda virtüöziteyi getiren Tamburi Cemil Bey olmuştur. Geliştirdiği yeni icra şekli, tamburun klasik üslubuna alternatif olmuş ve yeni bir çığır açmıştır. Tamburi Cemil Bey, viyolonsel ve yaylı tamburu Türk Musikisinde ilk kez kullanmıştır. Mesut Cemil'in tambur üslubu babasının izlerini taşımakla birlikte birçok yönden ondan farklılık gösterir. En uygun geçkilerle bezenmiş zengin bir melodik yapı, ustaca çalış Mesut Cemil'de de aynen vardır. Makamları tutumlu bir tavırla tanıtır, bastığı perdelerin tam hakkını vererek, aşırıya kaçmadan yaptığı zarif süslemeler ve kaydırmalar ve güzel geçkilerle çalışını zenginleştirmiştir. Tanburi Büyük Osman Bey, Tanburi İzak, Tamburi Cemil Bey, Kadı Fuat Efendi, Mesut Cemil Bey, Refik Fersan,İzzettin Ökte,Ercüment Batanay, Necdet Yaşar, Abdi Coşkun, tavır olarak örnek alınan tamburilerden bazılarıdır ââ

Tambur Perdeleri

Perdeleri için, bağırsak (katkut) veya olta misinası kullanılır.Cemil Bey'in zamanında tambur 42 perdeliydi. Sonra Arel sistemi gereğince 48 perde bağlanmaya başlandı. Günümüzde ise transpozede kolaylık sağladığı iddiasıyla 65 hattâ daha fazla perdeli olabilmektedir. Tambur, sapı oldukça uzun bir sazdır (ortalama 73-84 cm). Sapın üzerine bağlanan perdeler konusunda Tamburi Cemil Bey şunları söylemektedir:

"Bu perdeler mandolin ve gitarda olduğu gibi sap üzerine tesbit edilmiş olmayıp, iki tarafa hareket edecek surette bağlandığından ve sapın tûli dahi müsâit bulunduğundan, tambura her istenilen perde ilave edilebilir. Tüm icra bu sap üzerinde en altta bulunan telde yapılır. Bu, tek tel üzerinde yapılan icrada, telin mızrap yardımıyla titreştirilmesinden, tamamen kapalı olan teknesinin içindeki hava da rezonansa girer ve tannaniyet diye tabir edilen inilti sağlanmış olur. Tamburiler icra sırasında sapı hafifçe yukarı-aşağı sallamakta ve bu sayede titreşimi arttırarak farklı duygular ifade edebilmektedirler."


Tambur Mızrabı

Tamburun mızrabı kaplumbağa kabuğundan (bağa) elde edilir. Oldukça sert bir maddeden (bağa) yapılan mızrabın uzunluğu icracının isteği üzerine 9.5-13.5 cm. arasında değişir. Esnemez bir çubuk olan mızrabın iki ucu da kullanılır. Ama iki uç, farklı tınılar elde edebilmek için birbirinden biraz farklı yapılır. Sağ elin baş, işaret ve orta parmakları ile tutulan mızrap, tellere geniş yüzüyle değil, diklemesine dar yüzüyle vurulur. Bu vuruş, çalgının tok ses vermesini sağlar. Mızrabı böyle tutulan başka çalgı yoktur.

Teller

Tamburda dördü sarı ve üçü de çelik olmak üzere yedi tel vardır.Bazen sekiz telli de olabilir. genellik le günümüz tanburileri sekiz telli yapıyolar

Taiko

Taiko, Geleneksel Japon savaş davullarına verilen isimdir. Savaşlarda askerlerin moralini yüksek tutmak ve aynı zamanda ordu safları arasindaki iletişimi sağlamak için kullanılırlardı. Davulların günümüzdeki işlevi tümüyle sanatsaldır. Davulların çalınma biçimi çok büyük oranda mukavemet ve atletizm gerektirir. Turne öncesi her taiko grup üyesinin günlük çalişmasına ek olarak yarım maraton (22 km) koştugu bilinmektedir. "KODO" ve "OndekoZa" grupları dünyaca ünlüdür. Büyük Izmit depremi sonrasında KODO grubu 2000 yılında Türkiye`ye gelerek Istanbul ve Ankara'da destek konserleri vermiştir.

Taiko, köken olarak taekwondo, karate, judo gibi bir savaş sanatıdır (martial art). Davullar "bachi" adı verilen davulun boyutlarına göre uzunluğu ve kalınlığı değişen sopalar ile çalınır. Kullanılan ağacın cinsi (meşe, akçaağaç, gürgen) davuldan elde edilen sesi büyük oranda etkilediğinden her grup kendi içinde çalınacak şarkının niteliğine göre bir bachi standardı belirler.

Taiko bestelerinde ana ritmi oluşturan motif göreceli olarak basit, zaman ölçüsü (time signature) çoğunlukla düz karakterdedir. Taiko davullari temelinde iki ana ritm içerir: [1] Kalp atışını simgeleyen, çift vuruşlu "Do-Ko". [2] Koşan bir atı simgeleyen "Do-Ko-Don". Her şarkının melodisi bu iki ana ritm üzerinde 4, 8 ve 10`un katlarını içeren vuruşlar ile örülür. Geleneksel bestelerde herşey önceden kurgulanmıştır ve doğaçlamaya yer verilmez. Özellikle Amerika kökenli günümüzdeki taiko gruplari, bu geleneksel kısıtlamayı kendi bestelerinde doğaçlamaya büyük oranda yer vererek kaldırmışlardır.

Geleneksel haliyle taiko yazili bir notasyona sahip degildir. Besteler kulaktan kulaga "kuchishowa" adi verilen sozlu notasyon gelenegi ile ogretilir.

Sipsi

Sipsi, Üflemeli çalgılar grubundan bir müzik aleti. Genelde kamıştan yapılan alet, yaklaşık olarak bir kalem büyüklüğündedir. Kabak kemane gibi, Teke yöresi gurbet havası açışlarında sık duyulur.Başlıca Burdur ilinde olmak üzere, Fethiye'den kuzeye doğru Denizli'ye kadarki bölge içerisinde sıkça kullanılan yöresel bir müzik aletidir. Azeri ve Kars yöresinde sıkça kullanılan bir müzik aletidir.

Kabak kemane

, Türk Halk Müziği'nin telli, yaylı ve deri kapaklı sazlarımızın tek örneğidir. Menşei Orta Asya'ya dayanmaktadır. Kabak kemane, Türkiye’de özellikle Batı Anadolu’da (Ege Bölgesi’nde) yaygın olarak kullanılan bir sazdır. Kabak, kabak kemane, rebap (Güneydoğu Anadolu’da rubaba, Hatay yöresinde hegit) ve ıklığ gibi adlar ile bilinmektedir. Orta Asya Türkmenlerinin Gijek adını verdiği ve Azerbaycan halk müziğinde Kemança adıyla kullanılan çalgı da aynı köktendir. Gövdesi kabak veya hindistan cevizi, göğsü deri, iki veya üç telli olan bir halk çalgısıdır. Yörelere ve biçimlerine göre farklılık gösterir; Yay için at kılı kullanılması tercih edilir. Su kabağı sap kısmından 1/3 oranında kesilir. Bu bölüme tekne adı verilir ve üzeri eskiden tavşan, günümüzde ise yürek zarı ile kaplanır. Tekne çapı yaklaşık 10-15 cm arasındadır. tekneden sonra sap ve burgular gelir. Gövdenin en alt kısmında, çalgıcının kabak kemaneyi dizine dayayıp çalması için demir çubuk vardır. Bu çubuk aynı zamanda kabak ile sapın birbirini tutmasını da sağlar. Kemane perdesiz bir çalgı olduğu için her türlü kromatik ve komalı ses elde edilebilir. Ses genişliği, 2,5 oktavdır. Kabak kemane geçmişten günümüze kadar otantik görünüşünü korumuş bir halk çalgısıdır. Türkler kemane ve kemençe kültürlerini üç kıta üzerine yaymışlardır. "Iyık" Altaylarda "Yançak komus", Kırgızlarda "Kıl Kıyak", Türkmenlerde "Gıcak" gibi isimlerle anılmıştır. Kabak kemane yapılırken Su kabağı yukarı doğru incelen boğum altından kesilir ve üzerine yürek zarı veya deri geçirilir. Daha sonra kabağa ağaçtan sap (kol) monte edilir. Kemanenin aslı üç telli olup, daha geniş ses elde etmek için daha sonraları dördüncü bir tel ilave edilmiştir. Kabağın çapının büyük veya küçük olması elde edilecek sesin tiz veya pes olması sonucunu doğurur. İki eşik arası (üst ve alt eşik) normal şartlarda 32-33 cm. uzunluğunda olmalıdır. Ancak derinin az veya çok gergin olması bu uzaklığın değişmesinde etkendir. Şu anda kemanede normal bağlama telleri (çelik ve sırma) kullanılmaktadır. Ancak kemanenin doğal yapısı ile orantılı olarak keman telleri de kullanılabilir. Sazımız at kılıfından yapılmış yay ile çalınır. İyi, kaliteli ve gür ses elde etmek için kıllar üzerine reçine sürülür.

Burdur teke yöresine ait 4 telli, perdesiz, 2,5 oktav ses aralığında, gövdesi su kabağıdan yapılmış eski türk enstrümanlarından biridir. Ayrıca kemanda olduğu gibi yay vasıtasıyla çalınır.

Ud

Ud ya da Ut kelimesinin aslı Arapçadır: "sarısabır veya ödağacı" anlamındaki el-oud dan gelir. Baştaki el- kelimesinin, bazı dillerde olup bazılarında olmayan harf-i tarif (belirgin tanım edatı) olduğunu bilen Türkler bu edatı atmış, geriye kalan 'oud' ('eyn, waw, dal) kelimesini de - gırtlak yapıları 'eyn'e uygun olmadığı için - "ud" şekline sokmuşlardır. Dillerinde tanım edatı olan batılılar, 11-13. yüzyıllar arasındaki Haçlı seferleri sırasında tanıyıp Avrupa'ya götürdükleri bu saza, fr:luth, en:lute, de:Laute, it:liuto, Alaud (İsp.), Luit (Dat.) gibi hep L ile başlayan isimler vermişlerdir. Hatta 'saz yapıcılığı' anlamında kullanılan 'lütye' kelimesi de yine luth'den yapılmadır (aslı Fr. luthier).

Tekne (gövde), göğüs (kapak), sap, burguluk ve teller olmak üzere beş esas elemandan meydana gelen Ud'un yapımına, eleman sıralamasında da görüldüğü gibi, tekne'den başlanır. Ud'un teknesi; gemi karinasını andıran, enine ve boyuna yapıştırılmış 4-5 cm kalınlığındaki parçalardan oluşan bir kalıp üzerine, 70 cm boy, 2 ila 4 cm en ve 3 mm kalınlıktaki dilim yaprak veya çenberlerin, çoğunlukla aralarına - hem estetik, hem sağlamlık amaçlı - kontrast renkli tek veya çift fileto'lar konularak işlenmesiyle meydana getirilir. Günümüzde bazı yapımcıların, parçaları tekne kavsine uygun boşluksuz olarak yapıştırılmış veya yine aynı formda yekpare alüminyum olarak kullandıkları kalıplar üzerine, ortada geniş, uçlarda sivri ve işlem orta eksenden başladığı için hep tek sayıda çevirdikleri dilimler, genellikle maun, ceviz, paduk., vengi, kelebek,nadiren de erik veya zeytin ağacındandır. Önceden ısıtılarak kalıbın eğimli profili kabaca verilen dilimler ütü ve ince kağıt yardımıyla kalıba çekildikten sonra, belirli yerlerdeki küçük monte çivileri çıkarılarak kalıptan alınır ve bu defa dilimlerin içbükey yüzeyi, çenber ve filetoların uzun birleşme hattı boyunca kalın kağıt veya extrafor yapıştırılarak kuvvetlendirilir.

Ud yapımı hakkında ufak bilgiler [değiştir]

Ud imalinde bazı özel bilgileri vermekte fayda görmekteyim. Yaylı sazlarda olduğu gibi udun da bir şekli (formu) var. Yapımdan önce malzemeyi şeçmek gerekir. Ud teknesi; ceviz, maun, erik, kayısı, akça ağaç, kiraz, ithal ağaçlardan magase, vengi, pelesenk gibi birçok ağaçlardan yapılmaktadır. En önemlisi kemanda da olduğu gibi üst tabladır. Seste başarı elde edebilmek için tablanın yani göğüsün kaliteli ve çok kuru ladin ağacından yapılması gerekir. Ancak güzel ve yumuşak bir ses elde etmek için tabla kalın olmamalıdır. Çünkü ses molekülleri udun teknesine aksederek tablaya yansıyarak titreşim sağlar. Bazı ud yapımcıların tablalarını tetkik ettiğimde çok kalın olduğunu gördüm bu durumda güzel ses almak mümkün değildir. Udta ses tablasının yüzde yetmiş beş önemi vardır eğer buna uyulduğu takdirde güzel ses almak mümkün olacaktır. Bu hususta konservatuvar görevlisi olan Cafer Açın beyle 1964 yılında, ud yapımcısı Fikret Özer’le 1983'te ve müzik aletleri yapımcısı Salim Usta ile fikir alışverişinde bulundum.

Ud her ne kadar Araplara mal edilmek istenmişsede aslında bir Türk sazıdır, Araplar bizden alıp gövdesini (tekne) biraz daha büyütmüşlerdir. Daha sonra Avrupa milletleri alıp tekamül ettirip, lut'u yapmışlardır. Araştırmacı arkadaşlarımdan Ali Tutan'ın ud hakkinda verdiği bilgiler internette bulunmaktadır.Fevzi Daloğlu'nun sitesinden

Mandolin

Mandolin, uta benzeyen telli çalgı dır. Mızrapla çalındığı zaman iyi ses verdiği bilinir ancak modern mandolinlerde genelde pena kullanılmaktadır. Mızrap ile çalınabilmesi mandolini ut ve gitardan ayırır. Dört çift teli olan mandolinin ses düzeni kemandaki gibidir. Kolay öğrenilir olması nedeniyle müzikle yeni tanışanların tercih ettiği bir müzik aletidir.

Mandolin ut ailesinin modern üyelerinden birisidir. Mandore, pandurina, ut, terbo, arşilut ve gitar, mandolinin yakın akrabalarındandır. Bunların içerisinde günümüzde en yaygın olanı gitardır.

Mey (enstrüman)

Mey, müzikte nefesli bir Türk halk çalgısına verilen isimdir. Bir oktav ses sahası olan Mey, oldukça hüzünlü bir ses verir.

Mey sözcüğünün sözlüklerimize girmesi çok eski değildir. T.D.K. sözlüklerine bu kelimeyi 1929 yılında kendisinin verdiğini ve lügatlarımız gibi, ferhenk ve kamuslarda izine rastlanmadığını söylemiştir. Halen T.D.K. sözlüğünde Mey; eksik ve yanlış olarak şöyle tarif edilmektedir: "Doğu Anadolu'da kullanılan bir tür küçük zurna". Son yıllarda basılan müzik ansiklopedi ve sözlüklerinde de ise : "Halk müziğimizde kullanılan bir çalgı" gibi eksik açıklamalar mevcuttur.

Oysa Mey ismi nay-ı balaban veya nayçe-i balaban isminin günümüze yansımasıdır.