20 Ocak 2008 Pazar

Tambur

Tambur'un kökeni, hangi tarihte ortaya çıktığı bilinmemektedir. Sümerce "pantur"dan geldiği hakkında bilgiler mevcuttur. Araplar, kelimenin "kuzunun kuyruğu" anlamına gelen "dumba-i bara"dan geldiğini söylerler. Sözcük, sonraları İran'da ve Orta Asya'da, daha çok bağlamaya benzeyen armudi gövdeli, uzun saplı çalgıların adı olarak kullanılmıştır. Özellikle Avrupalı gezginlerin (örn. Charles Fonton ve Toderini), sapındaki perde bağları dolayısıyla Türk Müziğinin ses sistemini gözle görülür biçimde yansıttığını yazdıkları tambur, günümüzde yalnızca Türkiye'de kullanılan belki de tek çalgıdır. Sazı icra edenlere "tamburi" ismi verilir. Farabi, "horasan tamburu"ndan bahsetmektedir. Evliya Çelebi XVII. yüzyılda İstanbul'da 500 tamburi bulunduğunu ifade ediyor. Tarihte tambura; Farabi'de Horasan Tamburu, Maragali Abdulkadir'de Tambur-u Sirvaniyan ile Tambura-i Turki adlarındaki çesitleri ile değinilmiştir.

Zamanımızda kullanılan tambur ise ilk kez Kantemiroğlu'nda görülmüştür. Dimitri Kantemir tarafından tambur, Türk Müziği ses sistemini ifade maksadıyla kullanılmıştır. Uzun yıllar Türk Musikisinde rağbet edilen bir saz olan tamburda virtüöziteyi getiren Tamburi Cemil Bey olmuştur. Geliştirdiği yeni icra şekli, tamburun klasik üslubuna alternatif olmuş ve yeni bir çığır açmıştır. Tamburi Cemil Bey, viyolonsel ve yaylı tamburu Türk Musikisinde ilk kez kullanmıştır. Mesut Cemil'in tambur üslubu babasının izlerini taşımakla birlikte birçok yönden ondan farklılık gösterir. En uygun geçkilerle bezenmiş zengin bir melodik yapı, ustaca çalış Mesut Cemil'de de aynen vardır. Makamları tutumlu bir tavırla tanıtır, bastığı perdelerin tam hakkını vererek, aşırıya kaçmadan yaptığı zarif süslemeler ve kaydırmalar ve güzel geçkilerle çalışını zenginleştirmiştir. Tanburi Büyük Osman Bey, Tanburi İzak, Tamburi Cemil Bey, Kadı Fuat Efendi, Mesut Cemil Bey, Refik Fersan,İzzettin Ökte,Ercüment Batanay, Necdet Yaşar, Abdi Coşkun, tavır olarak örnek alınan tamburilerden bazılarıdır ââ

Tambur Perdeleri

Perdeleri için, bağırsak (katkut) veya olta misinası kullanılır.Cemil Bey'in zamanında tambur 42 perdeliydi. Sonra Arel sistemi gereğince 48 perde bağlanmaya başlandı. Günümüzde ise transpozede kolaylık sağladığı iddiasıyla 65 hattâ daha fazla perdeli olabilmektedir. Tambur, sapı oldukça uzun bir sazdır (ortalama 73-84 cm). Sapın üzerine bağlanan perdeler konusunda Tamburi Cemil Bey şunları söylemektedir:

"Bu perdeler mandolin ve gitarda olduğu gibi sap üzerine tesbit edilmiş olmayıp, iki tarafa hareket edecek surette bağlandığından ve sapın tûli dahi müsâit bulunduğundan, tambura her istenilen perde ilave edilebilir. Tüm icra bu sap üzerinde en altta bulunan telde yapılır. Bu, tek tel üzerinde yapılan icrada, telin mızrap yardımıyla titreştirilmesinden, tamamen kapalı olan teknesinin içindeki hava da rezonansa girer ve tannaniyet diye tabir edilen inilti sağlanmış olur. Tamburiler icra sırasında sapı hafifçe yukarı-aşağı sallamakta ve bu sayede titreşimi arttırarak farklı duygular ifade edebilmektedirler."


Tambur Mızrabı

Tamburun mızrabı kaplumbağa kabuğundan (bağa) elde edilir. Oldukça sert bir maddeden (bağa) yapılan mızrabın uzunluğu icracının isteği üzerine 9.5-13.5 cm. arasında değişir. Esnemez bir çubuk olan mızrabın iki ucu da kullanılır. Ama iki uç, farklı tınılar elde edebilmek için birbirinden biraz farklı yapılır. Sağ elin baş, işaret ve orta parmakları ile tutulan mızrap, tellere geniş yüzüyle değil, diklemesine dar yüzüyle vurulur. Bu vuruş, çalgının tok ses vermesini sağlar. Mızrabı böyle tutulan başka çalgı yoktur.

Teller

Tamburda dördü sarı ve üçü de çelik olmak üzere yedi tel vardır.Bazen sekiz telli de olabilir. genellik le günümüz tanburileri sekiz telli yapıyolar

Taiko

Taiko, Geleneksel Japon savaş davullarına verilen isimdir. Savaşlarda askerlerin moralini yüksek tutmak ve aynı zamanda ordu safları arasindaki iletişimi sağlamak için kullanılırlardı. Davulların günümüzdeki işlevi tümüyle sanatsaldır. Davulların çalınma biçimi çok büyük oranda mukavemet ve atletizm gerektirir. Turne öncesi her taiko grup üyesinin günlük çalişmasına ek olarak yarım maraton (22 km) koştugu bilinmektedir. "KODO" ve "OndekoZa" grupları dünyaca ünlüdür. Büyük Izmit depremi sonrasında KODO grubu 2000 yılında Türkiye`ye gelerek Istanbul ve Ankara'da destek konserleri vermiştir.

Taiko, köken olarak taekwondo, karate, judo gibi bir savaş sanatıdır (martial art). Davullar "bachi" adı verilen davulun boyutlarına göre uzunluğu ve kalınlığı değişen sopalar ile çalınır. Kullanılan ağacın cinsi (meşe, akçaağaç, gürgen) davuldan elde edilen sesi büyük oranda etkilediğinden her grup kendi içinde çalınacak şarkının niteliğine göre bir bachi standardı belirler.

Taiko bestelerinde ana ritmi oluşturan motif göreceli olarak basit, zaman ölçüsü (time signature) çoğunlukla düz karakterdedir. Taiko davullari temelinde iki ana ritm içerir: [1] Kalp atışını simgeleyen, çift vuruşlu "Do-Ko". [2] Koşan bir atı simgeleyen "Do-Ko-Don". Her şarkının melodisi bu iki ana ritm üzerinde 4, 8 ve 10`un katlarını içeren vuruşlar ile örülür. Geleneksel bestelerde herşey önceden kurgulanmıştır ve doğaçlamaya yer verilmez. Özellikle Amerika kökenli günümüzdeki taiko gruplari, bu geleneksel kısıtlamayı kendi bestelerinde doğaçlamaya büyük oranda yer vererek kaldırmışlardır.

Geleneksel haliyle taiko yazili bir notasyona sahip degildir. Besteler kulaktan kulaga "kuchishowa" adi verilen sozlu notasyon gelenegi ile ogretilir.

Sipsi

Sipsi, Üflemeli çalgılar grubundan bir müzik aleti. Genelde kamıştan yapılan alet, yaklaşık olarak bir kalem büyüklüğündedir. Kabak kemane gibi, Teke yöresi gurbet havası açışlarında sık duyulur.Başlıca Burdur ilinde olmak üzere, Fethiye'den kuzeye doğru Denizli'ye kadarki bölge içerisinde sıkça kullanılan yöresel bir müzik aletidir. Azeri ve Kars yöresinde sıkça kullanılan bir müzik aletidir.

Kabak kemane

, Türk Halk Müziği'nin telli, yaylı ve deri kapaklı sazlarımızın tek örneğidir. Menşei Orta Asya'ya dayanmaktadır. Kabak kemane, Türkiye’de özellikle Batı Anadolu’da (Ege Bölgesi’nde) yaygın olarak kullanılan bir sazdır. Kabak, kabak kemane, rebap (Güneydoğu Anadolu’da rubaba, Hatay yöresinde hegit) ve ıklığ gibi adlar ile bilinmektedir. Orta Asya Türkmenlerinin Gijek adını verdiği ve Azerbaycan halk müziğinde Kemança adıyla kullanılan çalgı da aynı köktendir. Gövdesi kabak veya hindistan cevizi, göğsü deri, iki veya üç telli olan bir halk çalgısıdır. Yörelere ve biçimlerine göre farklılık gösterir; Yay için at kılı kullanılması tercih edilir. Su kabağı sap kısmından 1/3 oranında kesilir. Bu bölüme tekne adı verilir ve üzeri eskiden tavşan, günümüzde ise yürek zarı ile kaplanır. Tekne çapı yaklaşık 10-15 cm arasındadır. tekneden sonra sap ve burgular gelir. Gövdenin en alt kısmında, çalgıcının kabak kemaneyi dizine dayayıp çalması için demir çubuk vardır. Bu çubuk aynı zamanda kabak ile sapın birbirini tutmasını da sağlar. Kemane perdesiz bir çalgı olduğu için her türlü kromatik ve komalı ses elde edilebilir. Ses genişliği, 2,5 oktavdır. Kabak kemane geçmişten günümüze kadar otantik görünüşünü korumuş bir halk çalgısıdır. Türkler kemane ve kemençe kültürlerini üç kıta üzerine yaymışlardır. "Iyık" Altaylarda "Yançak komus", Kırgızlarda "Kıl Kıyak", Türkmenlerde "Gıcak" gibi isimlerle anılmıştır. Kabak kemane yapılırken Su kabağı yukarı doğru incelen boğum altından kesilir ve üzerine yürek zarı veya deri geçirilir. Daha sonra kabağa ağaçtan sap (kol) monte edilir. Kemanenin aslı üç telli olup, daha geniş ses elde etmek için daha sonraları dördüncü bir tel ilave edilmiştir. Kabağın çapının büyük veya küçük olması elde edilecek sesin tiz veya pes olması sonucunu doğurur. İki eşik arası (üst ve alt eşik) normal şartlarda 32-33 cm. uzunluğunda olmalıdır. Ancak derinin az veya çok gergin olması bu uzaklığın değişmesinde etkendir. Şu anda kemanede normal bağlama telleri (çelik ve sırma) kullanılmaktadır. Ancak kemanenin doğal yapısı ile orantılı olarak keman telleri de kullanılabilir. Sazımız at kılıfından yapılmış yay ile çalınır. İyi, kaliteli ve gür ses elde etmek için kıllar üzerine reçine sürülür.

Burdur teke yöresine ait 4 telli, perdesiz, 2,5 oktav ses aralığında, gövdesi su kabağıdan yapılmış eski türk enstrümanlarından biridir. Ayrıca kemanda olduğu gibi yay vasıtasıyla çalınır.

Ud

Ud ya da Ut kelimesinin aslı Arapçadır: "sarısabır veya ödağacı" anlamındaki el-oud dan gelir. Baştaki el- kelimesinin, bazı dillerde olup bazılarında olmayan harf-i tarif (belirgin tanım edatı) olduğunu bilen Türkler bu edatı atmış, geriye kalan 'oud' ('eyn, waw, dal) kelimesini de - gırtlak yapıları 'eyn'e uygun olmadığı için - "ud" şekline sokmuşlardır. Dillerinde tanım edatı olan batılılar, 11-13. yüzyıllar arasındaki Haçlı seferleri sırasında tanıyıp Avrupa'ya götürdükleri bu saza, fr:luth, en:lute, de:Laute, it:liuto, Alaud (İsp.), Luit (Dat.) gibi hep L ile başlayan isimler vermişlerdir. Hatta 'saz yapıcılığı' anlamında kullanılan 'lütye' kelimesi de yine luth'den yapılmadır (aslı Fr. luthier).

Tekne (gövde), göğüs (kapak), sap, burguluk ve teller olmak üzere beş esas elemandan meydana gelen Ud'un yapımına, eleman sıralamasında da görüldüğü gibi, tekne'den başlanır. Ud'un teknesi; gemi karinasını andıran, enine ve boyuna yapıştırılmış 4-5 cm kalınlığındaki parçalardan oluşan bir kalıp üzerine, 70 cm boy, 2 ila 4 cm en ve 3 mm kalınlıktaki dilim yaprak veya çenberlerin, çoğunlukla aralarına - hem estetik, hem sağlamlık amaçlı - kontrast renkli tek veya çift fileto'lar konularak işlenmesiyle meydana getirilir. Günümüzde bazı yapımcıların, parçaları tekne kavsine uygun boşluksuz olarak yapıştırılmış veya yine aynı formda yekpare alüminyum olarak kullandıkları kalıplar üzerine, ortada geniş, uçlarda sivri ve işlem orta eksenden başladığı için hep tek sayıda çevirdikleri dilimler, genellikle maun, ceviz, paduk., vengi, kelebek,nadiren de erik veya zeytin ağacındandır. Önceden ısıtılarak kalıbın eğimli profili kabaca verilen dilimler ütü ve ince kağıt yardımıyla kalıba çekildikten sonra, belirli yerlerdeki küçük monte çivileri çıkarılarak kalıptan alınır ve bu defa dilimlerin içbükey yüzeyi, çenber ve filetoların uzun birleşme hattı boyunca kalın kağıt veya extrafor yapıştırılarak kuvvetlendirilir.

Ud yapımı hakkında ufak bilgiler [değiştir]

Ud imalinde bazı özel bilgileri vermekte fayda görmekteyim. Yaylı sazlarda olduğu gibi udun da bir şekli (formu) var. Yapımdan önce malzemeyi şeçmek gerekir. Ud teknesi; ceviz, maun, erik, kayısı, akça ağaç, kiraz, ithal ağaçlardan magase, vengi, pelesenk gibi birçok ağaçlardan yapılmaktadır. En önemlisi kemanda da olduğu gibi üst tabladır. Seste başarı elde edebilmek için tablanın yani göğüsün kaliteli ve çok kuru ladin ağacından yapılması gerekir. Ancak güzel ve yumuşak bir ses elde etmek için tabla kalın olmamalıdır. Çünkü ses molekülleri udun teknesine aksederek tablaya yansıyarak titreşim sağlar. Bazı ud yapımcıların tablalarını tetkik ettiğimde çok kalın olduğunu gördüm bu durumda güzel ses almak mümkün değildir. Udta ses tablasının yüzde yetmiş beş önemi vardır eğer buna uyulduğu takdirde güzel ses almak mümkün olacaktır. Bu hususta konservatuvar görevlisi olan Cafer Açın beyle 1964 yılında, ud yapımcısı Fikret Özer’le 1983'te ve müzik aletleri yapımcısı Salim Usta ile fikir alışverişinde bulundum.

Ud her ne kadar Araplara mal edilmek istenmişsede aslında bir Türk sazıdır, Araplar bizden alıp gövdesini (tekne) biraz daha büyütmüşlerdir. Daha sonra Avrupa milletleri alıp tekamül ettirip, lut'u yapmışlardır. Araştırmacı arkadaşlarımdan Ali Tutan'ın ud hakkinda verdiği bilgiler internette bulunmaktadır.Fevzi Daloğlu'nun sitesinden

Mandolin

Mandolin, uta benzeyen telli çalgı dır. Mızrapla çalındığı zaman iyi ses verdiği bilinir ancak modern mandolinlerde genelde pena kullanılmaktadır. Mızrap ile çalınabilmesi mandolini ut ve gitardan ayırır. Dört çift teli olan mandolinin ses düzeni kemandaki gibidir. Kolay öğrenilir olması nedeniyle müzikle yeni tanışanların tercih ettiği bir müzik aletidir.

Mandolin ut ailesinin modern üyelerinden birisidir. Mandore, pandurina, ut, terbo, arşilut ve gitar, mandolinin yakın akrabalarındandır. Bunların içerisinde günümüzde en yaygın olanı gitardır.

Mey (enstrüman)

Mey, müzikte nefesli bir Türk halk çalgısına verilen isimdir. Bir oktav ses sahası olan Mey, oldukça hüzünlü bir ses verir.

Mey sözcüğünün sözlüklerimize girmesi çok eski değildir. T.D.K. sözlüklerine bu kelimeyi 1929 yılında kendisinin verdiğini ve lügatlarımız gibi, ferhenk ve kamuslarda izine rastlanmadığını söylemiştir. Halen T.D.K. sözlüğünde Mey; eksik ve yanlış olarak şöyle tarif edilmektedir: "Doğu Anadolu'da kullanılan bir tür küçük zurna". Son yıllarda basılan müzik ansiklopedi ve sözlüklerinde de ise : "Halk müziğimizde kullanılan bir çalgı" gibi eksik açıklamalar mevcuttur.

Oysa Mey ismi nay-ı balaban veya nayçe-i balaban isminin günümüze yansımasıdır.

Bandoneon

Bandoneon, tahminen 1845 yıllarında icat edilen ve Almanya kökenli tuşlu ve körüklü koncertinas isimli enstrümanlar ailesinin bir üyesidir. Koncertinas –İngiliz Adaları’nda kullanılanlardan farklı olarak- her iki tarafında 14 tuşu olan küçük kare bir enstrümandır. Tahminen 1856 yılında tuş sayısı 70’ten fazlaya çıkarılmış ve bu enstrümana Krefeld, kuzey Almanya’da bir müzik dükkanı sahibi Heinrich Band anısına ticari isim olarak ‘Bandoneon’ adı verilmiştir.

Bandoneon Almanya’da çeşitli boyutlar sitemlerde geliştirildi. Pek çok modelden biri olan ‘Reinlander’ -Rein bölgesinden- 19.yy’ın sonunda ‘Chemnitzer’ modelinin -Chemnitz şehrinden- Polonyalı ve Çek göçmenler tarafından A.B.D. götürülmesi gibi Arjantin’e ulaştı. Almanya kuzey ve güney Amerika’ya o yıllarda çokça müzik enstrümanı satmıştır, örn. Blues müziğinde kullanılan armonika, Cajun müziğinde kullanılan melodeon kuzeydoğu Brezilya ve Kolombiya’ya her tip akordeon olmak üzere.

Tango ve bandoneon [değiştir]

Bandoneon Buenos Aires’e çok çabuk uyum sağladı ve Tango’nun sembolü oldu. Hiçbir zaman BsAs’de üretilmedi. 1911’den savaş sonrası birkaç yıla kadar çoğu bandoneon Alman Alfred Arnold tarafından yapılmıştır. Bandoneon dünyasında AA (Double A - Dople A) olarak anılan Arjantin bandoneonu 71 tuşlu ve 2 sesli bir enstrümandır. Her tuş körüğün açılma veya kapanma pozisyonuna göre farklı nota çalar (diatonic). Dünyada ve özellikle Arjantinde kabul gören diatonik sistemdir. Sağ elde tiz sesler ve sol elde de bas seslerin bulunduğu bandoneon, açarken ve kaparken aynı tuşlardan faklı sesler çıkardığı için aslen 4 farklı klavyeye sahiptir. Bu yüzden dünyanın en zor enstrumanları arasında gösterilmektedir.

1925 yılı civarında Paris’te yaşayan akordeonist ve tamircisi İtalyan Charles Peguri her tuşun her iki durumda da aynı sesi verdiği yeni bir klavye tasarladı (kromatik) ve Fransa’da Tango müziği için yaygın kulanım alanı buldu.

Günümüzde de özellikle Almanya'da olmak üzere yeni bandoneonlar üretilmesine karşın dünyada hala eski bandoneonların kullanılması tercih edilmektedir. Özellikle Alfred Arnold tarafından üretilen eski bandoneonların sesi ve tınısı yeni bandoneonlarda alınamamaktadır.

En sık sorulan sorular arasında "Premier" bandoneonların "Alfred Arnold" bandoneonlardan farkının ne olduğu gelmektedir. İkisi de aslen Alfred Arnold fabrikasında üretilen ve aynı tip bandoneondur. Farklı ülkelere satmak için ticari olarak Premier ismi tercih edilmiştir.

Bandoneon aslen dini törenlerde kullanılmak üzere yapılmış ve kilise orgunun taşınabilir alternatifi olarak düşünülmüştür. Arjantin'e getirildikten sonra adı Tango ile anılmaya başlamıştır. Günümüzde bandoneon sesini Klasik müzik, Tango, Jazz, Pop müzik ve Elektronik Tango gibi alternatif müziklerde de duymaktayız.

En ünlü Bandoneon virtüözü olarak kabul edilen kişi Arjantin doğumlu Nuevo Tango (Yeni Tango) bestecisi Astor Piazzolla'dır.

Günümüzde Türkiye'de [OkOtango][1] quartet bünyesinde Arjantili ünlü Bandoneonist Gustavo Battistessa Bandoneon'un sihrini ülkemizde bizlere yaşatmaktadır.

Türkiye'deki bandoneon müzisyenleri [değiştir]

* Gustavo Battistesa (OkOtango)
* Orhan Avşar
* Tolga Salman
* Burak Şendağ
* Tanju Yıldırım

Bağlama

Bağlama ya da Saz Türk Halk Müziğinde yaygın olarak kullanılan telli bir çalgı türüdür.

Yörelere ve boyutlarına göre değişik isimlerle tanınır; kopuz, cura, saz, çöğür, dombra, ikitelli, tanbura v.b.

Kullanılan tekniğe göre mızrap veya parmaklar ile çalınır. Parmaklarla çalma tekniğine şelpe ve dövme denir. Genellikle altta iki çelik ile bir sırma bam, ortada iki çelik ve üstte bir çelik ile bir sırma bam teli olmak üzere toplam 7 tellidir.
Konu başlıkları
[gizle]

* 1 Bağlama ailesi
* 2 Elektro bağlama
* 3 Bağlama düzenleri (Akortlar)
* 4 Bağlama Metodları
* 5 Bağlantılar

Bağlama ailesi [değiştir]

Ana madde: Bağlama ailesi

Bağlama, kullanım amaçlarına göre farklı tür ve boylarda çalınmaktadır. Günümüzde genellikle aşağıdaki türlerle tanınır.

* Cura (en küçük boy)
* Çöğür (kısa kol bağlama)
* Tanbura (uzun kol bağlama)
* Divan sazı (büyük boy bağlama)
* Meydan sazı (en büyük boy bağlama, nesli tükenmek üzere)
* Elektro bağlama (gitar manyetikleri ile donatılmış bağlama)


Elektro bağlama [değiştir]

Ana madde: Elektro bağlama

1960´larin sonuna dogru, bağlamanın sesini müzik yapilan mekânlarda daha çok duyurmak ve rock müziğinde de kullanabilmek için elektro bağlama Yavuz Top tarafından icat edildi. Elektro bağlamalar, bağlamanın yapısal özellikleri korunarak, içine yerleştirilen elektro gitar manyetikleriyle üretildi.

Bağlama düzenleri (Akortlar) [değiştir]

Halk müziğinde çoğunlukla karşılaşılan düzenler şunladır: (Parantez içindekiler, üst, orta ve alt tellerin çekilmesi gereken seslerdir).

* Bağlama düzeni (La, Sol, Re)
* Bozuk düzen, kara düzen (Sol, Re, La)
* Misket düzeni (Fa#, Re, La)
* Fa müstezat düzeni (Fa, Re, La)
* Abdal düzeni (La, La, Sol)
* Zurna düzeni (Re, Re, La)
* Do müstezat düzeni (Sol, Do, La)

Bağlama Metodları [değiştir]

Porte üzerindeki 1’inci çizgi (Mİ) 2’nci çizgi (SOL) 3’üncü çizgi (Sİ) 4’üncü çizgi (RE) 5’inci çizgi (FA) dır. Çizginin ara boşlukları 1’inci aralık (FA) 2’nci aralık (LA) 3’üncü aralık (DO) 4’üncü aralık (Mİ) dir.

Blokflüt

Blokflüt özellikle eğitim amaçlı olarak yaygın şekilde kullanılan ağaç üflemeli bir çalgı. Yan flütten ayırt etmek için düz flüt de denir.

Blokflüt genellikle plastik veya ağaçtan, bazen de fildişinden yapılır.Yedisi üstte,biri altta olmak üzere sekiz deliği vardır. Ses alanı yaklaşık iki oktavdır,ancak usta bir çalıcı kromatik olarak iki oktav ve bir beşliye çıkabilir.Başlıca çeşitleri, sopranino,soprano, alto, tenor ve bas blokflüttür. Bunlardan soprano do blokflüt okullarda müzik eğitiminde kullanılmaktadır.

Ortaçağ’ın başlarından beri Avrupa’da sevilen bir çalgı olan blokflütün günümüzdekilere benzeyen örnekleri 15. yüzyılın başlarında ortaya çıktı. 16. ve 17. yüzyıllarda iyice yaygınlık kazanan çalgının ses genişliği üzerinde yapılan değişikliklerle iki oktava ulaştı ve iki yüzyıl boyunca Rönesans ve Barok müziğinde önemli yer tuttu. Bach, Vivaldi, Händel, Corelli, Monteverdi, Sammartini, Gluck gibi besteciler blokflüt için eserler yazdılar. 1750 lerden sonra blokflüt eski önemini yitirerek yerini Klasik ve Romantik dönemlerin ihtiyaçlarına cevap verebilen,ifade gücü daha yüksek ve kapsamlı bir çalgı olan yan flüte bıraktı. 20. yüzyıl başlarında blokflüt yapımcısı ve virtüözü bir İngiliz olan Arnold Dolmetsch enstrümanı yeniden canlandırdı. Günümüzde, öğrenmesinin kolay olması, küçük çocukların da çalabilmesi, pahalı olmaması, kolayca taşınabilmesi, özellikle plastik blokflütlerin fazla bakım gerektirmemesi, solo ve topluluk müzikleri için uygun olması, geniş bir repertuvarının olması gibi nedenlerle okullarda eğitim amaçlı olarak kullanılmaktadır. Ayrıca herkesin zevkle çalabileceği bir enstrümandır.

Türkçe’de blokflütle ilgili başlıca yayınlar [değiştir]

* Saadettin Ünal, Blokfülüt Çalıyorum 1-2
* Selçuk Yıldırım-Besim Akkuş, Halk Ezgileriyle Blokfülüt Metodu 1-2
* Şükran-İbrahim Sarıçiftçi, Çok Sesli Ezgilerle Uygulanmış Blok Flüt Metodu
* Ömer Faruk Yurtoğlu, Blokflütüm ve Ben
* Salih Aydoğan-A. Aydın İlik, Blokflüt ile Müzik Eğitimi
* Temel Hakkı Karahasan, Blokflüt Metodu

Cura

Cura, Türk halk çalgılarından biridir. Uzunluğu 55-60 cm kadardır ve bağlama ailesinin en küçük çalgısıdır. Cura genellikle altı, beş, dört ya da üç tellidir. İki telli curalar da vardır. Bu curaların alt teli "la", üst teli "re" sesine ayarlanmıştır. Curaların tekne derinlikleri ile göğüs genişlikleri 15 cm dolayındadır. Sap uzunlukları ise 40 cm kadardır. Sapın ucundaki burgu denen anahtarlarla çalgı akort edilir. Dört telli curalarda üstteki tel ahenk telidir. Öbür teller bu ahenk telinin sesine ayarlanır. Sapları kısa olduğu için curalarda az sayıda perde bulunur.

Cura mızrapla ya da tellere parmakla vurularak çalınır. Ama genelde tek başına çalınan bir çalgı değildir. Yaygın olarak öbür sazlarla birlikte çalınır. Bağlamanın bir oktav tizine ayarlanan sesi, öbür sazların içinde belirginleşerek ezgiye hareket ve renk katar. Oyun havalarının kıvrak ve hareketli çalınış biçimine uygun bir çalgıdır.

Curalar büyüklüklerine göre değişik adlar alır. Curadan biraz büyük olanlara "cura bağlama" denir. Sesi curadan daha kalın olan cura bağlama en yaygın kullanılan cura türüdür. "Cura cura" ya da "cura zurna" adıyla bilinen tür ise curadan daha küçüktür ve sevimli görünüşü nedeniyle süs eşyası olarak çokça kullanılır.

Perdesiz gitar

İlk atası, tarihi M.Ö. 5000'lere uzanan perdesiz lavta türü çalgılardır. Klasik gitar versiyonu, yaptığı müzikte Türk, Arap ve Acem makamlarını caz modlarıyla ve blues dizileriyle harmanlayan Erkan Oğur tarafından icat edilmiştir. Perdesiz gitarın elektrik versiyonu, Batı tampere sistemiyle ifade edilemeyen özel dizi ve makamları çalmak için değil, daha çok bu sisteme göre oluşturulan ve perde düzeninde elde edilemeyen ses renklerini yakalamak için oluşturulmuştur.

Piyano

Yapım biçimi ile duvar ve kuyruklu (salon) adı verilen çeşitleri vardır. Piyano kelimesi İtalyanca "Pes ve güçlü sesli klavsen (harpsikord) - gravicembalo col piano e forte" 'den gelir. Piyano Forte olarak adlandırılması da bundandır. Atası, klavsenden en önemli farkı, tuşa basarken uygulanan kuvvete göre çıkan sesin şiddetinin de aynı yönde değişken olmasıdır. Piyano çalan kişiye piyanist veya piyano sanatçısı denir.

İlk tuşu La-0, son tuşu Do-8 olma üzere toplam 88 tuştan oluşur.

İlk Piyano 1700 lü yıllarda İtalya - Floransa'da Bartolomeo Cristofori' tarafından yapıldı. Cristofori'nin en büyük başarısı, piyano'nun temel mekanik sorunu olan, çekicin tellere vurması anında sesin çekicin etkisi ile sönümlenmemesi ve çekicin çok çabuk bir şekilde tellerden ayrılarak notanın yeniden çalınabimesi sorununa bir çözüm üretmesidir. Öldüğü 1731 yılına dek 20 civarında piyano üretti.

Fransız Marius'un bu çalgıya katkısı, tokmaklı klavseni bulmak oldu. Saksonyalı Silbermann ise, Schröter' in çekiç sistemini geliştirdi ve Bach'ın da değerli öğütlerinden yararlanarak, klavyenin tüm ses genişliğinde eşit bir ötüm elde etmeyi başardı. Augsburg' da org yapımcısı Johann Anderas Stein (1728-1792) Alman veya Viyana usülü denen mekanizmalı piyanolar meydana getirdi. 1789'da Stein, ayrıntıları belirtmek için kullanılmakta olan dizliklerin yerine pedal koydu. Andreas ve torunu Johann Baptist Streicher (1796-1871), piyanonun yapısını (Beethoven'in arzusu üzerine) daha sağlamlaştırdı ve ikinci bir otum kapağı ekleyerek daha dolgun bir ses sağladı. Piyano sanayinin gerçek kurucusu Alman Zumpe' dir, "kılavuzlu" denen mekanik piyanoyu gerçekleştirdi. İlk düz piyanoyu, 1789' da İrlandalı William Southwell yaptı. Sebastian Erard 1822'de piyano yapım tekniğini geniş ölçüde etkileyen bir yenilik getirdi (ikili itme dilleri). Henri Pape, çapraz tel ve keçeli çekici buldu. James Thom , ekleme demir çatıyı kurdu.
Piyano mekanizması
Piyano mekanizması

Bu çalgı, büyük bestecilerin en yakını olmuştur, dolayısıyla bu çalgı için verilen bestelerin sayısı ciltler tutar. "Piyanistler, diğer çalgıları çalanlara nazaran, çıkaracakları sesleri piyano üzerinde hazır bulurlar" gerekçesiyle, küçük yaştan (altı-on) başlayarak, öğrenebilecek çalgılardan birisidir.

Ünlü Piyanist Sigismund Thalberg: "Çalarken, sesleri uzatmayı, iyi bir ses çıkarmayı ve ses çıkarırken gerekli olan değişiklikleri yapabilmek için, zorunlu olan ilk şartlardan biri her türlü sertlikten uzak bulunmaktır. Kolda, elde ve parmaklarda yetenekli bir şarkıcının sesinde sahip olduğu incelik ve bükülmeler bulunmalıdır" diyor ve şöyle devam ediyor: "İhmal edemeyeceğimiz bir konu varsa, o da , çalarken vücudun hareketlerinde büyük bir ölçü olmasının; kolları, elleri büyük bir sükunetle yönetmenin, piyanoya çok yüksekten vurmamanın, kendi kendini dinleyebilmenin ve hüküm verebilmenin gerekliliğidir. Genellikle, parmaklarla fazla çalışılmakta, fakat kafa ile yeter derecede çalışılmamaktadır."

Piyano pedallarının kullanılması hakkında, Antoine Marmontel şöyle diyor : "Pedalları kullanmasına izin verilen öğrencilerin büyük bir kısmı onları usülleri saymak için kullanırlar veya ayaklarını pedalın üzerine basarlar ve bir daha çekmezler. Şüphesiz ki, her ikisi de kusur sayılan bu alışkanlıklara sahip olmamak gerekir. Lavignac ise: "Pedal sanatı ayağın nasıl konulacağını değil, nasıl çekileceğini bilmektir" diyerek, gerekli öğüdü vermiştir.

Yaylı tambur

Yayla çalınan tanbur türü.Yaklaşık bir asırlık bir mâzisi vardır.Tanburi Cemil Bey tarafından icad edildi.Daha sonra Ercüment Batanay ve Fahrettin Çimenli tarafından geliştirilerek bugünkü hâline getirildi.

Tanburun eskiden de yayla çalındığına dair 15. yüzyılda Abdülkadir Meragi’den gelme rivayetler varsa da günümüzde bilinen yaylı tanburu ilk olarak Cemil Bey icad etmiştir. Türk musikisinde viyolonselin yanısıra pest ses verecek bir enstrüman arayışı içinde olan Cemil Bey mızraplı tanburun eşiğine bir kibrit çöpü koyup yükselterek kemençe yayıyla çalmayı denediğinde o zamana dek hiçbir enstrümandan duyulmamış hüzünlü ve duygulu bir ses elde etti.Cemil Bey tanburu yaylı olarak ilk defa Mustafa Paşa’ya dinletti. Yine bir paşa konağındaki toplantıda ilk kez yaylı tanburunu çaldı ve yeni sazın buğulu ve yumuşak sesi dinleyen herkesi büyüledi.

Cemil Bey, plaklarındaki Ferahfeza, Bestenigâr,Segâh, Hicaz,Yegâh gibi taksimlerle yanık ninni,gazel ve şarkılar gibi toplam 20 kadar eserini yaylı tanburla çaldı,fakat icad ettiği bu yeni sazı fazla geliştirmeden olduğu gibi bıraktı.Daha sonra İzzettin Ökte,Cemil Bey’de ayrı olan alt telleri birleştirerek viyolonsele yakın bir tını elde etti.Önceleri mızraplı tanbur çalan Ercüment Batanay yaylı tanburu ilk olarak İzzettin Ökte’de gördü ve çok etkilenerek heves etti.Daha sonraları ise mızraplı tanburu tamamen terkederek yaylı tanburuyla meşhur oldu.Batanay 1950lerde gazinolarda çalışmaya başladığında yaylı tanburun sesinin diğer sazlar arasında çok cılız kaldığını görünce sazını geliştirmek için çâreler aradı. Cümbüş gövdesine tanbur sapı taktı.Gövdenin içini kadife ile kapladı.Telleri kalınlaştırıp akordu tizleştirdi.Eşik altına klasik kemençedeki gibi lastikler koydu.Gövdenin içine can direği yerleştirmek ise Fahrettin Çimenli’nin buluşudur.Böylece yaylı tanbur gelişmiş bir enstrüman hâlini aldı.Günümüzde, ses tablası çoğunlukla keçi derisinden veya tahtadan,burguları metalden,can direği ise ayarlı olarak yapılmaktadır.

Yaylı tanbur,gövdesi iki dizin üstüne sapı yere dik olarak konularak,viyolonsel yayına benzer bir yayla çalınır.Ses alanı 2 oktavdır ama bazen orta tel kullanılarak 2,5 oktava çıkabilir. İnsan sesine en yakın saz olduğu söylenir.Mızraplı tanburun bütün tellerinin eşit yükseklikte olmasına karşın, yaylı tanburun en soldaki iki teli yaklaşık 2 mm yüksektedir. Tek veya çift tel takılabilir.Çift tel takıldığında iki tel üzerinde birleştirilerek çalınır.Çoğu tanburlarda dört çift olmak üzere toplam sekiz tel vardır.Alt tele 0,32-0,36 mm arası teller tercih edilir. Mızraplı tanbura yapılan Bolahenk akorttan daha dik olan Mansur akortla çalınır. En alttaki Yegâh teli diyapazonun Re sesine akortlanır.Transpozedeki orta tel kullanımı hariç, icrada sadece Yegâh teli kullanılır.Diğerleri ahenk telleridir.

Mızraplı tanburda mümkün olmayan uzun ve bitişik nağmeler yaylı tanbur ile icra edilebilmektedir.Ancak yaylı tanbur, icra bakımından zaten zor bir enstrüman olan mızraplı tanburdan daha da zordur.Çünkü tanbur yapı itibarıyla aslen mızraplı bir sazdır ve biraz ajiliteli eserlerde icra iyice güçleşmektedir.

Yaylı tanbur icracıları çoğunlukla mızraplı tanbur çalanlardan oluşmaktadır.Vefat eden Ercüment Batanay’dan sonra günümüzün önemli icracıları Fahrettin Çimenli ve Sadun Aksüt’tür.Ertuğrul Erkişi de son yılların tanınan icracılarındandır.

Mızraplı tanbur yapımcıları genellikle yaylı tanbur da yapmaktadırlar.Saadettin Sandi ve Elif Kızılhan tanınmış yapımcılardır.

Yayınlanmış bir yaylı tanbur metodu bulunmamaktadır.

Zurna

Zurna, Türkiye'nin her yanında kullanılan, tahta, metal ve kamış kullanarak yapılan, yüksek sesli, bu yüzden büyük davul ile birlikte çalınan, yine bu yüzden açık havada kullanıma uygun, nefesli saz çeşitidir.

Türkiye dışında Fas'tan Çin'e kadar uzanan iklim kuşağındaki her ülkede kullanıldığı da bilinmektedir.

Zurnanın boy ve şekil olarak çok çeşitleri vardır. Zurnadan zurnaya küçük değişikliklerle aynı olan özellikleri:

* Büyük parçasının sert bir ağaçtan yapılması (dağ eriği, ceviz, vs..)
* İçinin açılarak sesi tam karşıya gönderecek şekilde olması (uzunlama kesiti parabola benzer)
* Sesinin küçücük bir kamış silindirin ezilerek daracık bir elips haline getirilmiş dış deliğinin açılma kapanma titremeleriyle çıkması
* İç boru deliğinin en kamışa yakın tarafının önce şimşir sonrada metal parça ile daha da daralması.
* Kamışın özelliğinden sesinin ancak yuksek basınç sonucu çıkabilmesi
* Yüksek basıncın gereği nefes çevirerek (ezgiyi kesmeden, şişirtilmiş avurtlardaki havayi kullanirken burundan nefes alıp devam ederek) çalınması.

Doğu Karadeniz folklorunda nadiren (Trabzon'da Akçaabat, Giresun ve Ordu'nun iç bölgelerinde) ancak mutlaka bas davul eşliğinde kullanılan, ahşap, yedi delikli nefesli bir sazdır.

Mehter takimları ve bunun modern şekli bando mızıka takımlarının eskiden hükümdarların hükümdarlık işareti olarak fermanlarını zurna eşliğinde okutmalarından geliştiği tahmin edilmektedir.

Davul

Davul, bilinen en eski vurmalı çalgılardan biridir. Ahşap, maden ya da pişmiş topraktan silindirik bir gövdeye gerilen deriden oluşur. El ya da sopayla çalınır. Biçimi değişse de dünyanın heryerinde ve her toplumda kullanılan bir çalgıdır.
Bateride 1 numarayla gösterilen davul
Bateride 1 numarayla gösterilen davul
Bir Endonezya davulu
Bir Endonezya davulu
Bir el davulu
Bir el davulu

Davulun diğer adları; köbürge, küvgür, tuğ, tavul, tabıl (babl)dır. Davul çalanlara davulcu, tabilzen, tabbal gibi adlar verilirdi. VIII. yüzyılda 'köbürge', daha sonraları 'tuğ' ve XI. yüzyılda 'küvrüğ' adını almıştır.

Red Special

Efsanevi grup Queen'in gitaristi Brian May'in fizik bilgisi ve babası Harold May'in elektronik bilgisini birleştirerek birlikte özgün bir tasarımla yaptıkları ve Brian May'in hala kullanmakta olduğu gitar. Gitarın yapımında kullanılan ahşap malzeme 120 yıllık eski bir şömineye aittir. Gitarın sapı ise çelik bir çubukla güçlendirilmiş ve gitarın tremolo kolu da 1928 model bir panther marka motosikletin iki valf yayıyla yapılmıştır. İçinde tahtakurdu dehlizleri olan maun gövdeli gitar 24 perdeli olup perdelerin yapılmasında Brian May'in annesinin sedef düğmeleri kullanılmıştır. 3 adet Burns Trisonic pickup ve özel tasarım bir köprü sistemine sahip olan gitar henüz taklit edilememiş bir tınıya sahiptir. 1983'te Guid adlı gitar üreten bir firma Red Special'ı model alarak gitar üretmiştir. Gitarın Brian May için üretilmiş kopyaları bulunsa da Queen kayıtlarında ve solo albümlerinde %90 oranında orjinal "Red Special" kullanılmıştır. "Red Special" adı da daha sonra gitarın boyandığı kırmızı/kahve tondan gelmektedir.

Gitar

Gitarın ilk atası Orta Asya'da yapılmış olan uddur. İlk başlarda ud gibi olurken Orta Asya'dan göç edip Avrupa'ya giden Orta Doğu Türkleri udu değiştirip başka bir hal almasına neden olmuştur.[kaynak belirtilmeli] Gitarın ilk örnekleri İspanya'da ve parmakla çalınırdı.Daha sonra gitara 5 tel takıldı, daha önce sayısı az olan perdeler 10'a çıkarıldı. Teller pesten tize doru "la-re-sol-si-mi" olarak akortlanmaya başlandı. 18.yy'ın sonlarına doğru pes tarafa kalın bir "mi teli" daha eklenerek tel sayısı 6 ya çıkarıldı.

Daha sonra 19. yy. ortalarında Antonio de Torres enstrümana yeni bir biçim verdi. Enstrümanı daha belirgin bir hale getirdi (büyüttü ). Vidalı burgular takıldı; saptaki perde sayısı (fret arttı; sesi güçlendi, göğüs içindeki balkonlar tek bir merkezden çıkan seslere daha net yön verir oldu.

Daha sonra da gitar şekil olarak değişimlere uğradı. Folk ve caz müziğinde kullanılan gitarlara çelik teller takıldı. 1920 yılında elektro gitar doğdu. Elektro gitar sayesinde gövde rezonans kutusu olmaktan çıkmış enstrümanla dinleyici arasına, amplifikatör denen elektronik bir yükseltici girmiştir.

Elektronik gitar doğduktan sonrada Gitarın çeşitleri artmaya başlamıştır.Kendi üzerinde Amplifikatör bulunduran gitarlar,12 telli gitarlar, çiftli gitarlar(üstte 12 telli altta 6-7 telli), 7 telli gitarlar, perdesiz gitarlar, Headless(kafasız) gitarlar çkmıştır.

Klasik kemençe

"Armudi Kemençe" de denir, çünkü karşıdan bakılınca şekli yarım armudu andırır. Karadeniz kemençeyle karıştırılmamalıdır.Boyu aşağı yukarı 50 cm dir. Çoğunlukla üç tane teli vardır. Bunlardan en kalın sesi vereni (Batı müziğine göre kalın la; Türk müziğine göre kalın re -yegah-) metaldendir. Diğer iki teli bağirsak zarından olup Batı müziğine göre re ve ince la, Türk müziğine göre sol ve ince re -rast ve neva- seslerini verir. Dört telli kemençe de -üç telliye kıyasla daha nadir olarak- kullanılmaktadır. Üç telli kemençenin ses kapasitesi üç oktav kadardır. Enstrümanın en ilgi çekici özelliği parmakları tele basarak değil, tırnakları telin yanından dokundurarak çalınmasıdır. Çalgı tek dizin üzerine ya da iki dizin arasına yerleştirilerip üst ucu göğüse yaslandırılarak çalınır. Yayı germek için Batı müziğinde kullanılan yaylarda olduğu gibi herhangi bir mekanizma oluşturulmamıştır; yay parmaklarla gerilerek, yere paralel bir şekilde çekilir. Buğulu, neyi andıran içli bir sesi vardır. Çoğumuz sesine aslında aşina olsak da, enstrüman tanınmışlık açısından talihsizdir. Biraz dikkat edilirse örneğin Yeni Türkü ve İncesaz gruplarının eserlerinde hemen kendini belli edecektir. Gerçi gün geçtikçe popüler şarkılarda bile daha çok rastlamaya başlıyoruz klasik kemençeye. En tanınmış kemençeviler arasında Tanburi Cemil Bey, Vasilaki, Rûşen Ferid Kam, Cüneyd Orhon, İhsan Özgen yer alır, bu sanatkarlar kemençenin virtüözleridir. Selim Güler, Hasan Esen, Derya Türkan, Neva Özgen ve Aslıhan Özel de en tanınmış yaşayan genç kemençeviler arasındadır.

Kemençe

Bilinen en eski yaylı enstruman olan rebap (Arapça rababah) Avrupa’ya, 9. yüzyılda Bizans üzerinden (lyra adıyla) ve MS 11. yüzyılda Müslüman Arapların kontrolü altında olduğu dönemde İspanya üzerinden rebec adıyla iki koldan yayılmış, Ortaçağ ve Erken Rönesans dönemi boyunca yoğun olarak kullanılmıştır.[1] Karadeniz kemençesinden şekil olarak farklı olan, armut gövdeli rebap, Ortaçağ'a özgü çok sayıda benzeri (örneğin İtalyan braccio'su, Bizans lyra'sı), günümüzde Anadolu'da ve Balkan ülkelerinde etnik bir çalgı olarak kullanılan varisleri (gadulka, gusle gibi) gibi beşli ses aralıklarıyla akort edilmekteydi. Orjinal rebapta klavye bölümü bulunmayıp teller parmaklarla durdurularak çalınmaktaydı. [2] Karadeniz kemençesinin de 19. yüzyılın sonlarına dek Trabzonda başlayıp Trabzonun Doğusu ve Rize'de kravatsız olarak yapıldığı bilinmektedir.. [3] Çok sayıda farklı teoriye karşın Karadeniz kemençesinin Rumlar tarafından Kapadokya kemanesi olarak da adlandırılan klasik kemençeden form olarak ne zaman farklılaştığı kesin olarak bilinmektedir.

Keman

Keman dört telli yaylı bir çalgıdır. Keman 4 telli olmadan önce 7 telliydi evrim geçirerek şu anki 4 telli halini almıştır. Değiştirilmesinin sebepleri ise görünüşünün kaba ve tutuşununda zor olmasından kaynaklanır.Keman'ın telleri sırayla 7'den 6'ya,6'dan da 5'e düşmüştür.

Viyola ve viyolonselin de bulunduğu violin ailesinin en küçük ve en yüksek tondan çalan üyesidir. Akor sesleri pesten tize sol, re, la, ve mi'dir.

Keman ilk olarak 16 yüzyılda Kuzey İtalya'da ortaya çıktı. ilk keman yapımcılarının Rebec , Rönesans Kemanı ve Lira da braccio adlı enstrümanlardan esinlendikleri sanılmaktadır. Enstrümanın akort edilişi dahil olmak üzere hakkında bilgi veren bilinen en eski metin, 1556 yılında lyon'da Jambe de Fer tarafından yazılmıştır; bu dönemde keman Avrupa'da yayıldı.

Kemanda perde yoktur. Nota yerleri pesten tize doğru yaklaşık olarak şu şekildedir:

| | |
| | |
| | |
| | |

Keman yayı insan kılından yapılır. Ama genelde kullanılan kemanlarda suuni at kılı veya ham misina olarak adlandırılan bir madde kullanılır.
The construction of a violin
The construction of a violin

Almanca: Geig,Fransızca: Violoa,İngilizce: Violon,İtalyanca:Violino dur.Uzunluğu 60 cm dir.Yayla çalınan telli bir çalgıdır.Notası, ikinci çizgi Sol açkısı ile yazılır.Orkestralarda, genel olarak (Solo, I, II) üç partisi bulunur.Solo ve eşlik görevi verilir (özellikle bir solo çalgıdır ).Hiç bir çalgıda olmayan ses rengiyle, çok zengin bir anlatım gücü vardır. Telleri: Sol, Re, La, Mi olarak akort edilir.

Kaval

Çoban çalgısı olarak bilinen kaval, yörede daha çok şimşir ağacından (nadiren livori, incir ve erik ağacından), altta 1 ve üstte 7 delikli olarak imal edilir. Dilli kaval ve dilsiz kaval olarak adlandırılan iki türü vardır. Dilli kavalın ucunda ses üretimini sağlayan bir düdük bulunur. Dilsiz kaval ise içi boş bir boru olup çalan kişi nefes teknikleriyle istenen sesi cıkarır. Kavalın kökeni hakkında değişik görüşler varsa da insanoğlunun en eski çalgılarından olduğu bilinmektedir. Ortadoğu ve orta asyada değişik formlarına rastlanır. Karadeniz bölgesinde diğer yörelerde sınırlı kullanımına rağmen Trabzon’da Köprübaşı ve Çaykara ilçeleri ve Hopa Kemalpaşa bölgesinde tek geleneksel müzik enstrumanı olarak horonlara eşlik çalgısıdır

Etimoloji:
Gazimihal, kaval kelimesinin kav kökünden türediğini ileri sürmüştür. Buna karşılık Yunanca “lahana, pırasa vs. sapı” anlamına gelen havlos (Χαυλος) veya avlos (Αυλος) “flüt, kaval” kelimelerinden türemesi daha yüksek bir ihtimaldir.

Tarihçe:
Bilinen en eski kaval Macaristan'da bir Türk çobanın mezarında bulunmuş olan turna kuşunun kemiklerinden yapılmış çifte kavaldır. Kaval ülkemizde çok çeşitli bölgelerde çalınır türkülere eşlik eder. Türkiye'de kaval denilince akla Sinan Çelik,Osman Aktaş gibi ustalar gelir. Kaval dünyaya bir Macar çalgısı olarak tanıtılmış olsa da aslında kökeni Orta Asya'ya dayalıTürklerce çalınan bir nefesli çalgıdır.

Teknikler:
Dilsiz Kaval üflenme teknikleri açısından Ney'e benzer fakat ayrıldığı önemli farklılıklar vardır. Dilsiz kavaldan ses çıkarmak için dudaklar U harfi biçimine getirilir ve çeneye paralel tutlan kaval yüz ekseninden yaklaşık 45 derece sağ ya da sola saptırılarak ses çıkarılmaya çalışılınır. Dilli kavalda ses çıkartmak daha kolay olsa da çalmak için horlatma denilen ve alt-üst çene kemiklerininde kullanıldığı zor bir yöntem uygulamak gerekir. Yapı olarak oldukça basit olan kaval nefese büyük özgürlük tanıdığı için çok değişik üfleme teknikleri geliştirilebir.